Felsefenin Bir Ürünü Olarak Eğitim söyleşi dizisinin Eğitimin Dili başlıklı yedinci oturumuna konuşmacı olarak Ankara Üniversitesi Felsefe Bölümünden Prof. Dr. Işıl Bayar-Bravo ve İletişimbilimci, yazar Dr. Ali Haydar Fırat katılmışlardır. 21 Nisan 2018’de gerçekleştirilen söyleşi Çankaya Belediyesi Yaşar Kemal Konferans Salonunda düzenlenmiştir.
Söyleşide konuklara şu sorular yöneltilmiştir:
Soru 1
Felsefe tarihinde dil konusuna ilk değinen isimlerden biri olan Platon, felsefenin düşüncelerle yol alabilmesi için kavramlara, kavramları ifade edebilmesi için de dile olan gereksiniminden hareketle filozofları, dildeki yanlışlıkları bulup düzeltmesi gereken kişiler olarak tarif ediyor[1].Öte yandan daha önceki oturumlarımızda da değindiğimiz gibi Platon, bir yandan da ünlü mağara alegorisinde filozofları bir eğitmen olarak da resmediyor[2].
Bu noktada sizlerin görüşlerini almak istediğimiz ilk konu şu: eğitim, dil ve felsefe arasında Platon’un işaret ettiği bu ilişkiyi 21. yüzyılda nasıl okumalıyız sizce? Halen böyle bir ilişkiden söz edebilir miyiz; şayet söz edebilirsek bu ilişkiyi bugün için nasıl kurmalıyız sizce?
Soru 2
Eski Yunan’dan bu yana felsefede dile ilişkin çeşitli konuların tartışıldığını gözlemlenebilse de, pek çok felsefe tarihçisi dilin felsefe içerisinde merkezi bir figür olmaya başladığı dönem olarak 19. yüzyılın sonlarına işaret ediyor. Nitekim “dil felsefesi” gibi bir çalışma alanı da tam bu dönemde ortaya çıkıyor. Bununla birlikte pek çok siyaset tarihçisi de bu dönemin dilin siyasi bir güç olarak kullanılmaya başlandığı dönem olduğunu vurguluyor. Ki bu kullanıma yönelik Ivan Illich, Michel Foucault, Jacques Derrida, Jean Baudrillard vb gibi pek çok 20. yüzyıl filozofu da, iktidarların kendi alanlarını genişletmek ve sürekli kılmak için eğitim kurumlarının ne şekilde araçsallaştırıldığını konu ediniyor[3]. Nitekim söz konusu dönemin edebi eserlerinde de buna tanık olabiliyoruz: sözgelimi George Bernard Shaw’un Pygmalion[4] adlı oyununda genç bir kadının eğitim serüveni dilin bir güç olarak öğretimi ve kullanımı üzerinden işlenirken, George Orwell’ın 1984 adlı romanında da dilin siyasi iktidar tarafından bir baskı unsuru olarak nasıl kullanıldığına tanık oluyoruz.
Sorumuz şu: Tarihsel açıdan çoklukla devrimsel dönüşümlere sebebiyet veren eğitim, bu süreç sonrasında giderek bir baskı aracına mı dönüşmektedir sizce de? Şayet böyle bir dönüşüm söz konusuysa bunun nasıl önüne geçilebilir? Ve bu sürecin önüne geçebilmek için eğitimin dilini nasıl inşa etmek gerekir?
Soru 3
Bu söyleşi dizimizde son sorularda Türkiye özelindeki konulara değiniyoruz.
Türkiye’de eğitime ilişkin kullanılan dil baskın bir şekilde gerontokrat ve cinsiyetçi bir terminoloji içeriyor. Sözgelimi, halen mevcut yasa ve yönetmeliklerde “öğrenci” yerine “çocuk”, “erkek ve kadın” yerine “erkek ve kız” ifadesi varlığını resmi olarak sürdürüyor[5]. Pratik alanda da pek çok eğitimli kimse “insan” kavramı yerine “adam” kavramını kullanmada hiçbir çekince görmüyor, dahası bu kullanıma yönelik itirazlara da oldukça cinsiyetçi şakalar ile karşılık veriyorlar. Hatta, cinsiyet eşitliğinden söz eden metinleri kaleme alanlar bile, gayet cinsiyetçi bir dili rahatlıkla kullanabiliyorlar. Öte yandan, ülkemizde siyaset alanında da giderek “erkekçe” ifadelerle karşılaşıyoruz. En nihayetinde askeri eğitim uygulamalarında küfür dili neredeyse bir eğitim dili olarak gayri resmi bir şekilde benimsenmiş olarak yaşanıyor on yıllardır.
Son sorumuz şu: Bir yandan sürekli olarak cinsel eşitlik, pozitif ayrımcılık gibi kavramların gündemi işgal ettiği bir çağın yaşayıcıları olarak, ülkemizde böylesine kirlenmiş bir eğitim dilini temizlemek için işe nereden ne şekilde başlamalıyız sizce? Bu konudaki önerileriniz nelerdir?
[1] Burada atıfta bulunulan metin Platon’un Sofist diyalogudur. Bu diyalogda Platon, Theaitetos’la konuşan “yabancı”nın ağzından kavramların birbirleriyle ilişkilerini inceleyen bir bilimin gerekliliğine vurgu yapıyor. Theaitetos da böyle bir bilimin herhangi bir bilim olmayıp en yetkin ya da en önemli bilim olmasını gerektiğini belirtiyor. Nihayetinde diyalogdaki iki kişi de böyle bir bilimin “özgür insanları heyecanlandıran bir bilim” olması noktasında uzlaşıp bu bilimi icra eden insanlar olarak da diyalektikçileri –yani filozofları– gösteriyorlar. Bkz: Platon, Sofist, 253c vd
[2] Platon’un Devlet (Politeia) adlı eserinde alegorinin anlatılmaya başlandığı pasaj “Ve şimdi, dedim, sana doğamızın ne kadar eğitimli (paideias) veya eğitimsiz (apaideusias) olabileceğini resmedeceğim” (514a) diye başlıyor. 514-518. pasajlarda anlatılan alegorinin tümüne bakıldığında ise eğitimli insanın, eğitildiği andan itibaren bir eğitmene dönüştüğünü ve her tür tehlikeye rağmen bir filozof sorumluluğunu üstlendiğini gözlemliyoruz.
[3] Burada sözü edilen filozofların genel yaklaşımlarına ilişkin bir değinide bulunulduğu için özel bir referans gösterme gereği duyulmamıştır.
[4] Bu oyun Türkiye’de daha çok George Cukor’un yönetmenliğini yaptığı ve Türkçeye Benim Tatlı Meleğim şeklinde çevrilen My Fair Lady isimli 1964 yapımı müzikal üzerinden bilinmektedir.
[5] 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nda konuya ilişkin bazı düzeltiler yapılmış olsa da, “öğrenci” yerine “çocuk” ifadesi kullanımı halen oldukça yaygındır. Bununla birlikte ilgili kanunun 8. Maddesinde “kadın-erkek” ifadesi tercih edilirken, 15. Maddede “kız-erkek” ifadesi varlığını korumaktadır. Ayrıca Anayasa’nın eğitim hakkına ilişkin 42. Maddesinde de “kız-erkek” ifadesi kullanılmaktadır.
Etkinlik Künyesi
Düzenleyenler
- Felsefe Kültür Sanat Derneği
- Çankaya Belediyesi
Konuşmacılar
- Prof. Dr. Işıl Bayar-Bravo | Ankara Üniversitesi Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi
- Dr. Ali Haydar Fırat | İletişimci – Yazar
Tarih ve Saat
- 21 Nisan 2018 Cumartesi | 14.00
Adres
- Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi | Yaşar Kemal Konferans Salonu